entry'ler (22)

icat edilmesi istenilen aletler

an itibariyle sözlüğe dalarak o güzelim sucuklu yumurtamı yakmış bulunuyorum. hemen 'yemeği yakmayan ocak' icat edilmeli.

kandil mesajları

telefon rehberimde numarası olmayan kişilerin bile gönderdikleri mesajlar.

örnek olarak son gelen mesaj

bir gül al sadece muhammed koksun
dünyada değil ahirette solsun
avuçların semadayken duaların kabul olsun
kandilin mübarek olsun

selcan

kuzey güney

bütün bölümlerini izleyip, her bölümünde handan adında bir sürtüğe -normalde hiç etmediğim hâlde- ana avrat küfrettiğim dizi.

sadece 1 dizi izliyorum; kuzey güney. yalnız, onun da tamamını izleyemiyorum. kuzey'in şu lanet anası handan hanım beni sinir küpü yapıyor, fitil ediyor. onun olduğu sahneleri izleyemiyorum. handan'ı diziden atarlarsa yapımcıyı bizzat arayıp tebrik edeceğim.

lanet handan!

sesi kötü olduğu halde albüm çıkaran insa

deneme yanılma yöntemi kullanmaya çalışan kişi olabilir.

küçükken emrah kaseti üzerine yaptığım ses kayıtlarını bu kategoriye sokabilirsek eğer, üzülerek söylüyorum ki o kişi benim.

ilk yiyişte aşık olunan şeyler

1. browni
2. bonnyfood lezzet çiçekleri
3. hershey's
4. tadelle

sözlük yazarlarının itirafları

liseyi yeni bitirmiştim o zamanlar. hastaydım. karnım feci ağrıyordu. ishal olmuştum.

hasta olduğum bu sıcak yaz günlerinin birinde annem aradı

+...oğlum bankaya gitmen gerekiyor. yanıma uğra fatura vereceğim.
-anne hastayım. karnım çok kötü. lavabo kesmiyor sancılarımı.
+oğlum bu son gün. bi git de gel hemen.
-tamam anne tamam
+tak! (telefonu kapatma sesi)

sancılar içinde annemin yanına gittim. faturayı alıp otobüse bindim.

ve sonunda bankadayım.

elektrik mi yok o zaman nedendir bilmiyorum, garanti bankasında insanlar veznenin önünden itibaren kuyruk oluşturmuşlar. banka o sıcakta tıklım tıklım. üst kata çıkan merdivenler ve bankanın önü bile o kadar kalabalık ki insanlar rahat yürüyemiyorlar, sürekli "müsade edermisiniz" "bi geçebilir miyim" gibi sözler duyuyorum, ara ara ben de söylemek zorunda kalıyorum. içerisi o kadar havasız ki... zaten sancılarım dinmiyor, her an altıma yapacak gibiyim ve delirmek üzereyim.

aradan yanlış hatırlamıyorsan 1 saat kadar geçmişti. sıranın ortalarına bile yaklaşmamıştım henüz. arkamdaki kızla muhabbete daldık. bankanın havasızlığından başladık, türkiye'deki -o zamanlar hiç anlamadığım konu olsa da- bankacılığa kadar konuştuk.

kız, ben üniversiteye hazırlanırken sanırım üniversite 2. sınıftaydı, işletme okuyordu. hoşlandım ondan. çok güzeldi, ve benden çok az kısaydı. gözlerine baktığım zaman kendisi ciddi olsa bile gözlerinin içi gülüyordu. sanki gözlerinden ırmak akıyordu. öylesine canlı gözleri, beyaz teni, tatlı yanakları, hoş gamzeleri vardı.

bu arada ben, hala sancıdan ölmek üzereydim. banka tıklım tıklım ama çok sessiz. öyle ki; biz neredeyse fısıltıyla konuşuyoruz. karnım çok kötü. ha bire kendi içimden "allah'ım bana yardım et, şurada altıma yapmayayım" diyorum ve terliyorum.

tam biz öyle güzel muhabbet ederken bankanın içinde belki de üst kattakilerin bile duyacağı bir şekilde gaz çıkardım. rahatladım aslında ama sonucu kötüydü.

herkes kızla bana bakıyor. ses bizim taraftan geldiği için ya kız ya da benden çıktığını düşünüyorlar. tabii ben gözlerimi kızdan ayırmak istemiyorum. onu deli gibi beğendiğim için değil, eğer eğer sağa sola bakarsam suçu -daha doğrusu o zaman suç zannettiğim şeyi- üstüme almış olacağım için.

ama kız da sağa sola bakmıyor, sadece bana bakıyor. çünkü o ses kendisinden çıkmadığına göre benden çıktı. bunu biliyor.

daha fazla bu bakışma olayını sürdüremezdim o zamanki aklımla. tabii bu söylediklerim 1 dakika içinde oluyor sadece. yine kıza doğru bakmaya devam ederek herkesin duyabileceği bir ses tonuyla dedim ki;

+bu kadar insanın olduğu bir yerde bu yapılır mı be! kocaman kızsın. hiç mi utanmıyorsun. lavabo diye bir şey var.

kızın o çok beğendiğim yanakları domates gibi kızarmış, gözleri fal taşı gibi açılmıştı ben bunları söylerken. sonra sağa sola baktı ve hızla bankadan çıkıp gitti. tabii arada gülüşenler falan da oluyor.

çok pişmanım sözlük. ondan hoşlanmasaydım bile bu eşekliği yapmamam gerekirdi. aklı başında olan bir insan bunu yapmazdı evet. üzgünüm.

500 tl lik gömlekk giyen halk adamı

biraz dikkatli düşünülürse senden benden daha pinti bir adam bile çıkabilir. şöyle ki;

eğer ben bir partinin genel başkanı olsaydım sanırım her bir gömleğim 3000 veya 5000 tl olurdu. yani sen bir genel başkan olacaksın da pazardan alınan 25-30 tl lik gömleği mi giyeceksin. bırak allasen

emin ol, ferrariye binerdin, zara'dan giyinirdin, bir sürü havuzlu villan olurdu. nelerin olmazdı ki? 500 tl lik gömlekten mi bahsediyorsun?

sibeeel

canlı yayına bağlanıp "bence hiç üremesin" diyeceğim kişi.

kendisine mi diyeceğim? hayır, kendisine iletmesi için rica ederek spikere söyleyeceğim, çünkü muhataplarımı seçerken titiz davranırım.

kişinin okuduğu bölüm öğrenilince sorulan sorular

-hangi bölümdesin?
+sanat tarihi
-iki yıllık mı o?
+niye? içinde sanat olduğu için mi?
-şeyy...
+hayır. bizim bölüm tek dönemlik. hatta bu dönem bitecek.

şarkılarda geçen mükemmel sözler

sen de başını alıp gitme ne olur
ne olur tut ellerimi
hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
hiçbir şey istemedim seni istediğim kadar

(bkz: cem karaca)
(bkz: sen de başını alıp gitme)

burası soğuk
soğuk odalar
yoksun neye yarar
örtünsem kat kat yorganlar
soğuk, soğuk olanlar
vurdum dibe kadar
halimden yalnız uyuyanlar anlar

(bkz: emre aydın)
(bkz: soğuk odalar)

sen yorgun gemilerin sığındığı liman
ben dibe vurmuş ölüm gibi vazgeçmek

dönerim deme bilirim giden geriye dönmez
severim deme bilirim aşka ara verilmez
yarı yolda bırakıp gidiyorsun beni
bu yükle yol yürünmez

(bkz: yorgun gemi)
(bkz: ravi)

dudaklarında arzu kollarında yanlız ben
sana bakan bir çift göz ben olayım sevgilim

gününe gecene eş gözünde yaş yine ben olayım
sana aşık yanlız ben ben olayım sevgilim

bütün ömür boyunca kalbinde sevgilin ben
benliğinde yanlız ben ben olayım sevgilim

(bkz: dudaklarında arzu)
(bkz: zeki müren)

sınava gireceklere tavsiyeler

daha önce yaptığım yanlışlardan çıkardığım, kendime göre birkaç doğru tavsiyedir. bu tavsiyeler sadece ygs, lys, kpss veya üds için değil; bütün sınav türleri için uygulanırsa büyük oranda verim alınacaktır.

tavsiye 1

bak kardeşim, bu ilk tavsiyemi kesinlikle düzenli uygulamalı ve aşırıya kaçmamalısın. çünkü her şeyin fazlası zarar cümlesi bu söyleyeceğim için de geçerlidir.

sabahları belki yataktan çıkmakta güçlük çekebilirsin. üstünde bir halsizlik veya yorgunluk sendromu olabilir. buna karşı alınabilecek en iyi önlemlerden biri sade neskafedir (reklam falan yok. devam et.) kremasız içeceksin. eğer aç karnına içersen daha etkili olur. uykunu alır. şekerini istediğin gibi ayarlayabilirsin. eğer kiloluysan nasıl ayarlayacağın konusunda iki oku, bir uygula. yok, kilolu değilsen devam et. hem uykunu alacak hem de daha sonra uykunun gelmesini engelleyecektir. zihnini dinç tutar kahve. zinde olursun. eğer ağır geliyor diyorsan yemekten sonra da alabilirsin. unutma; çay daha az tesirli ama uzun süreli; kahve kısa süreli ama daha fazla tesirli bir içecektir. tabii bu söylediğim, kahvenin koyuluk derecesine göre değişir. ders çalışırken en fazla 5 bardak kahve harika olur. uyumadan 2 saat önce kesinlikle içme; gece uykun gelmeye bilir, ertesi günü uykusuz ders çalışmak zorunda kalabilirsin. eğer yapabilirsen her sabah bir parça çikolata ye. kahve içme işini sınav günü bile yapmalısın. aşırıya kaçmadan alınan kafein çok faydalıdır. afiyet olsun.

tavsiye 2

sınavdan bir yıl önce başlamak şartıyla günde en az 25 sayfa ilgi alanına göre kitaplar oku. eğer zamanın varsa daha fazla oku. ders çalışmanı da bu yüzden aksatma. gazete de okuyabilirsin –internetten haberleri okumak da olabilir- çükü güncel konulardan soru gelebiliyor kpss gibi dandik sınavlarda. okumak sınavda çok işine yarayacaktır. okuduğunu anlaman kolaylaşır. aynı zamanda kitap okumayı alışkanlık haline getirmiş olursun. diyelim günlük –bu sayı az olsa da- 25 sayfa kitap okuyorsun. okuduğun bu 25 sayfanın içinden –kısa olmamak üzere- kendi beğenine göre anlam bütünlüğü ifade eden bir paragraf seç. bu paragrafı tekrar oku. ilk cümle ve son cümleyi bir kağıda yaz. sonra bu iki cümle hakkında biraz düşün ve paragraftan ne anladığını yaz. demek istediğim; seçtiğin bu paragrafla oyun oynamaya çalış. paragrafa sağından bak, solundan bak… bunu düzenli olarak her gün yaptığında paragraf sorularını kaçırmayacaksın diyebilirim. bu konu çok uzun, burada kesmek zorundayım. belki daha sonra kitap okuma konusu için ayrı bir başlık altında buluşabiliriz.

tavsiye 3

endişe, tereddüt, heyecan ve stresin olması normal. hatta gerekli olan bir şey. çünkü bu, senin o işi ciddiye aldığının bir göstergesi. ama her zaman çok fazla stresli isen hemen bir psikiyatri uzmanına görünmelisin. kesinlikle işi kısa sürede çözecektir. önemli olan, stresi belli bir seviyede tutabilmektir. ne tamamen yok etmek ne de aşırıya kaçırmak seni uçuruma doğru götüren en büyük etken olacaktır. geçmiş olsun.

tavsiye 4

kesinlikle kendini sadece derse kaptırma. ilgi alanın ne ise onunla da uğraşmayı ihmal etme. mesela fotoğraf çekmekten hoşlanıyorsan haftada 1-2 gün çıkıp güzel fotoğraflar çek. veya herhangi bir enstrüman çalıyorsan günde bir saat onunla oyalanman hem sana iyi gelecektir hem de yaptığın işi daha iyi yapmanı sağlayacaktır. bunları diğer insanlarla iç içe yaparsan daha faydalı olur. iyi eğlenceler.

tavsiye 5

uykunu düzene sok. her gün aynı saatte uyu, aynı saatte uyan. yani en azından bunu yapmaya çalış. zaten zamanla düzene girecektir. arada yarım saat bir saat oynarsa bundan zarar gelmez. bu süreyi uzatma. uyku süresi de çok önemli. mesela asla 4 saat uyuma; daha fazla olsun. ama 8 saati de geçme. optimal süre 6 saattir. az değil; bir gün için uykunu almış olursun. çok da değil; akşam kafanı yastığa koyduğun zaman hemen uyursun. bu çok iyi bir şey. çünkü kafanı yastığa koyduğun zaman uyuyamamak da bir sorun. ertesi gün daha geç kalkmana neden olur. işte bu yüzden 6 saat iyi diyorum. allah rahatlık versin.

tavsiye 6

şunu unutma ki; bir günlük çalışmayı düşünecek olursak, o günkü başarının yarısını yapacağın kahvaltıya borçlu olacaksın. evet, güzel bir kahvaltı başarı oranını yüzde elli artırır. bu sadece sınava çalışırken değil, her zaman böyledir. dene, gör.

tavsiye 7

sınav sanki senin için sıradan bir işmiş gibi düşün. onu çok dillendirip içinde büyütme. kimsenin sözüne kulak asma. senin uçmak istediğini duyanlar, seni yere düşüreceklerdir. uçmak istediğini kimseye söyleme ve uç. kimsenin senin moralini bozmasına müsaade etme. sınavla ilgili konuşulan yerden uzaklaş hemen.

tavsiye 8

en önemli tavsiyelerden birine geldik, o da deneme. kaliteli yayınlardan bir sürü deneme seti almalısın. sınavdan iki ay önceye kadar haftada an az bir tane deneme çözülürse çok iyi olacaktır. çok kötü puan alırsan canını sıkma. bu daha iyi. eminim nedenini merak ediyorsun. eğer puanın düşükse yaptığın yanlış ya da bıraktığın boş sayısı fazladır. yani bilemediğin soru sayısı yüksektir. mesela elli tane yanlışın çıktı. bu demek oluyor ki sen elli konuyu tekrar gözden geçireceksin. kendine bir deneme günü belirle. belirlediğin deneme gününde her gün aynı saatte o denemeyi çözmeye başla ve süre tut. sınav süresi dolduğu zaman o denemeyi bırak. sınav süresi bitmeden kesinlikle bırakma. sıkılsan da devam etmeye çalış, yapamadıklarını gözden geçir. demin örnek olarak elli yanlış yaptın demiştik. bu yanlışlardan mesela 15tanesi türkçeden yaptın. yaptığın her yanlışın konusuna dönüyorsun ve o konu ile ilgili en az 25 soru çözüyorsun. işte bunu yaptığın zaman o konu ile ilgili asla soru kaçırmayacaksın. bu yöntemi eğer sınav anına kadar uygularsan hiçbir konudan soru kaçırmayacak hale gelirsin. sınavdan iki ay önceye kadar haftada en az bir deneme dedim. çünkü o zaman konu da çalışıyor olacaksın. ama sınavdan iki ay öncesinde bütün konuları bitir ki sadece deneme çözesin. denemeleri sınav hangi saatte oluyorsa o saatte çöz. bu şekilde sınav sana sanki deneme gibi gelecek ve tedirginlik, heyecan ya da endişe olmayacak veya en aza indirgenecektir.

tavsiye 9

eğer öğrenci isen veya girmek istediğin sınav için bir kursa gidiyorsan ya da ders çalışmak için bir arkadaş gurubu oluşturduysan, konularda onlardan daha önde olman gerekir. mesela matematikten bir programınız var ve senin grup veya sınıf dördüncü konuyu işleyecek. sen kesinlikle daha önceden dördüncü konuyu bitirmiş ol. bu şekilde hem derse hazırlanmış olursun hem de anlamadığın ya da zorlandığın yerleri birilerine –veya hocana- sorma fırsatı bulursun. ayrıca konu anlatılırken sen diğerlerinden daha iyi anlarsın. ileriye bak.

tavsiye 10

sevgilin varsa kesinlikle aranı bozma. bu konuda ne yaparsın –ya da ne yapmazsın- bilemiyorum ama sırf bu yüzden benim gibi sınav hazırlığı döneminde hayatını karartma evlat. hazırlanırken soğukkanlı ve mantıklı olmak zorundasın. bu, bazıları için çok zor ama uygulanmak zorunda olan bir şey. yoksa…

tavsiye 11

düzenli olarak spor yaparsan çok iyi olacaktır. spor seni zinde tutar. hele hele sürekli üşeniyorsan düzenli spor birebirdir. belki kahve gibi olmaz ama günde belli bir süre spor yapman hem sağlığın açısından faydalı hem de bir miktar zinde olmanı sağlayacak bir aktivite. mesela 15 dakika koşmak bile yeterli diyebilirim. senle ben aynı olmayabiliriz ama benim işime çok yaradı. koş adamım.

tavsiye 12

eğer bulabiliyorsan kendine sınav koçu gibi birini ayarla –sevgili demedim- bu, bir büyüğün, bir öğretmenin, bir psikolog olabilir. düzenli ve sürekli olarak onun yanına git. sınav için üfürükten püfürükten insanlarla değil, bilinçli insanlarla sohbet etmen gerekir. seni müthiş motive edecektir. böyle birini bulmak zor değil. biraz uğraşırsan bulursun.

tavsiye 13

ayda en az bir kez kişisel gelişim eğitimine git –internetten takip et, kurs ya da 1 günlük seminer olabilir- bu seni gaza getirir. hem de geleceğin için yol kat edersin. belki öğrenmeyi öğrenirsin, belki de yeteneklerini kullanmayı öğrenirsin. tabii kişisel gelişimi abartıp toplumsal gelişimi ihmal etmeye kalkma. yoksa tepe takla gidersin. dikkat et.

tavsiye 14

vazgeçmeyi öğrenmelisin. facebook, oyun gibi zaman alıcı şeylerden uzak dur. böyle saçma sapan şeyler de senin hayatını mahvedebilir. farkına bile varmazsın. belki farkına varırsın ama aradan aylar hatta yıllar geçmiş olabilir. en iyisi bilgisayarında oyun varsa sil. sınavdan sonra oynarsın. facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine çok giriyorsan hesabını sadece bir süreliğine dondurmalısın. ya da yapabiliyorsan –ki bence en iyisi bu- o hesabı kapat, kendine yeni bir sayfa aç –soyut anlamda-. sınavdan sonra istediğin gibi bir hesabın olur merak etme.

tavsiye 15

dağınıklık, insanın içindeki çalışma isteğini azaltır veya yok eder. üşengeç olabilirsin –üşenmek konusuna başka bir maddede değinilecektir- ama dağınık olmamalısın. sürekli bir düzen içinde olmaya çalış. bu şekilde çalışman da düzene girecektir. odanı toparla, temizle. özellikle masanı düzgün tutmaya çalış. sürekli şuradan buradan ders notu çıkmasın. her şey belli bir yerde olsun ki aradığını hemen bulup, ders çalışmaya koyulasın. bu sayede hem zamanın gitmesin hem de içindeki şevk kırılmasın. düzenli ol.

tavsiye 16

üşenmek ya da üşenmemek işte bütün mesele bu. türkiye toplumu olarak birçoğumuz bu dertten yakınırız. sırf üşengeç olduğu için –benim gibi- hayatını alt üst eden insanların sayısı az değil. üşengeçliğin olumsuz tarafları çok olmasına karşın, aslında olumlu yönleri de vardır. üşengeç insanlar işlerini hep kısa zamanda bitirmek isterler. bu yüzden en üfürükten işlere bile kısa yol bulmak için zihinde antrenman yaparlar ve farklı yollar üretirler. bu şekilde zihin sürekli çalıştığı için kişinin sorun çözme yetisi gelişir. ama çok fazla üşengeç olmak tabii ki iyi değildir. öğrenci milleti olarak her zaman aynı senaryoyu oynarız. mesela okulda bir ya da daha fazla dersten sınavımız var. sınava çalışmak için “ya bugün dinleneyim, zaten sınava daha bir hafta var.” o gün dinleniriz, üşengeçlik yaparız ya da dersi sallarız. ertesi gün “ya daha altı gün var. ben en iyisi bugün biraz sağda solda takılayım” deriz. sınavdan bir gün önce “ben en iyisi biraz erken yatayım da sabah birkaç saat erken kalkar çalışırım.” ama sabah erken çalan saatin/telefonun tuşuna basıp “beş dakika daha uyuyayım” diye kendimizi kandırırız. en sonunda o gün okula bile geç kalırız. sınav başlamaya 5-10 dakika kala, milletin elinden ders notlarını alıp şöyle bir göz gezdiririz. sonucu sen düşün. peki, yok mudur bunun bir çözümü? bu konuda birkaç yaklaşımım var. sevdiğin iş ya da dersi sonraya bırak. önce sevmediğin ya da sana sıkıcı gelenleri hallet, zaten sevdiğin işi yapmak için üşenmezsin. eğer düzenli olarak vücut egzersizi yaparsan büyük oranda üşengeçlikten kurtulacaksın. eğer kazanmak istiyorsan, sürekli bir asker çevikliğinde olmalısın. üşendiğin zaman bu söylediğimi düşün. çalıştıktan sonra elde edeceklerin aklına gelsin. üşensen de üşenmesen de düzenli egzersiz yapmaya zorla kendini. silkelenip kendine gelmezsen eğer her şeyi mahvedebilirsin. unutma! beden ve beyin ikilisi bir takımdır. ikisinden biri çalışmazsa diğeri de çalışmaz. bedenini çalıştır ki beynin de çalışsın. (11. maddeye göz at.) silkelen!

tavsiye 17

eğer aileden sana –maddi değil de- manevi destek verilmediğini düşünüyorsan, sana engel teşkil ettiklerini düşünüyorsan, onların da psikologa görünmeleri gerektiği aşikârdır. çünkü anne baba, öğrencinin şevkini kırabilir. onları bir şekilde psikolojik destek için ikna etmelisin veya bir rehberlik servisi ile görüşmeye zorlamalısın. eğer bu işi çözemiyorsan, öğrenci evi veya yurt ayarlamalısın. orada kendi kendine bir düzen kurabilirsin. şunu da unutma ki; öğrencinin bir mesleği olana kadar onun aile evi aslında kendi evi değildir. orada kalıcı değilsin genco. şimdiden ayrılığa alışmalısın. belki ailenden daha önce ayrı kalmadın ama yapmak zorunda kalabilirsin. zorlukları tabii ki var ama sana kazandıracak çok şeyi olduğunu da unutma. eğer zaten ailenden ayrı yaşıyorsan ve sana destek konusunda iyi davrandıklarını düşünüyorsan, onları sık sık aramalısın dostum. bir telefon görüşmesi seni gaza getirebilir, sana şevk verebilir. aileler her zaman senin geleceğin konusunda iyi plan yapamazlar. bazen kendi planını kendin yapmak zorunda kalırsın. ama zaten bir üniversite öğrencisiysen, ailenden yardım beklemeden kendi başının çaresine bak. sen artık çocuk değilsin. eğer üniversiteden mezunsan veya yaşın yirmiden büyükse uzaklaş genco. hayat artık seni bekliyor, acele etmelisin.

sözlük yazarlarının itirafları

henüz ilkokul birinci sınıfta bile değildim o zamanlar. daha iyi hatırlamak için şöyle bir geçmişe gidip okula beş buçuk yaşında başladığımı düşünecek olursam, sanırım o zaman ‘beş yaşına gireli bir-iki ay kadar olmuştu’ diyebilirim. zenci bir adamla evli rus bir hatundan doğmuş gibi melez görünümlü bir çocuktum. sünnet olalı kırk günü bile geçmediği için şalvar giyiyordum. tabii şalvar benden biraz daha koyu renkteydi. köydeki tek arkadaşım hasan ve köy ağasının şoförünün oğlu eyüp ile beraber köyümüzün tek ve kullanılmayan okulunun bahçesinde tir tir titreten soğuğa rağmen dolaşıyorduk.

hasan benden dört yaş, eyüp de hasan’dan dört yaş büyüktü. ben daha çok hasan ile arkadaştım. hasan, köyümüzdeki o zaman on iki –şimdi dört- haneden birinin çocuğu, aynı zamanda babamın amcasının torunuydu. aslında hasan’la arkadaşlığım mecburiyettendi, çünkü köyümüzde ondan başka ben yaşlarda kimse yoktu. belki o zamanlar neredeyse benim yaşımın iki katı yaşı vardı ama boyumuz hemen hemen aynıydı. o, sıska, ufak tefek biri değildi de ben biraz iri yapılıydım. zaten ergenliğe de on yaşında giren ben, lise bitene kadar hep öyle sulak ortamda yetişmiş gibi görünürdüm başkalarına. neyse fiziksel yapımın hikâye ile hiçbir ilgisi yok, devam edelim.

eyüp’ün ailesi çok yoksuldu. köy ağasının isteği üzerine tarlada, bağda, bahçede iş görmek için getirilmiş, ağanın büyükbaşlarının kaldığı ahırın hemen yanına derme çatma barakaya benzeyen bir eve yerleştirilmişlerdi. eyüp’ün bir gözü görmeyen ve çocukları için saç tıraşı yapmaktan keyif alan, bazen de bu keyfi köyün diğer çocuklarının ya da benim saçlarımdan almaya teşebbüs eden ama paslanmış makasından korktuğum için her seferinde elinden kaçarak kurtulduğum bir annesi, altı tane kız kardeşi, köyde her çocuğun korktuğu, yüz çizgileri jilet gibi keskin, hayko cepkin gözlü bir de babası vardı. eyüp kekemeydi ve ben onun dilini hiç anlamazdım. belki de bu yüzden yakın arkadaş değildik; eyüp benden sekiz yaş büyük olduğu için değil.

kullanılmayan, eski ve bana göre köyümüzün en güzel yeri olan okul, tuvalet ve bir sınıftan oluşan bina ile öğretmen lojmanını da –bu bahçenin içinde olduğu için- sayarsam, toplamda üç binadan oluşuyordu. daha önceki yıllarda –hayal meyal hatırlıyorum- bu okul o kadar güzeldi ki köy denildiği zaman hemen burası aklıma gelirdi. o zamanlar bahçesinde köyün başka yerinde göremediğim çeşit çeşit ağaçlar, yerlerde farklı renklerde çiçekler, bahçenin bir köşesinde –teşbihte kusur olmaz ama- zemzem gibi su akan ve üstündeki yazılarını okuyamadığım, taştan yapılmış bir çeşmesi vardı. yine o zamanlar bahçe içindeki binaların kiremitleri sanki daha canlı bir renkteydi, aynı zamanda binaların duvarları da en az kiremitler kadar canlıydı. biz orada dolaşırken de sevdiğim bu mekân güzeldi ama kış mevsimi olduğu için ağaçlar biraz soyunmuş, okulun dışından bakıldığı zaman dalların arasından binalar rahatlıkla görünüyor ve bir gizemi, cazibesi kalmıyordu. hasan, halam ve köyün diğer çocukları bu okulda okurken onları ders esnasında izlemek için gizlice baktığım pencerelerin camları neredeyse tamamen yerlere inmiş, bu parçalar her ne kadar hava güneşli olmasa da gün ışığının etkisiyle parlıyordu. çeşmeden o baldan tatlı su da akmıyordu.

bu okulun yerini devlete bağışlayan benim adaşım olan dedemdir. tabii ben bunu o zaman bilmiyordum. belki bilsem, hırsız gibi okulun içine giren iki arkadaşa müsaade etmezdim. çocuk aklı işte…

hasan ile eyüp’ün planları ne idi, bilmiyorum. öğretmen lojmanının içine girdik ve dondurucu soğuğa rağmen içeride dolaşmaya başladık. her yer yıkık döküktü. yerde bir asma merdiven –gaziantep’te buna süllüm denir- vardı. eyüp merdiveni aldığı gibi içeriden net bir şekilde görünen tavan arasına, yani çatı katına dayadı. sonra acele ile merdivenden çıkıp elleri ile bir şeyler yaptı. bir şeyler yaptığını biliyordum ama ne yaptığını göremiyordum. ben heyecan içinde beklerken yanımda duran ve sanki bir şeyler bekleyen hasan’a baktım, bana “sesini çıkarma” dedi. sanki çıkarsam biri duyacak. eyüp yere, ayağımın hemen yanına bir şeyler attı. kafamı yere eğince kafası kopmuş ve boynundan kanlar akan üç güvercin gördüm. henüz şaşkınlığım geçmeden dördüncüsü, beşincisi, altıncısı ve dahası geldi. eyüp bir yandan başlarını kopardığı güvercinleri ayağımızın dibine atıyor, hasan da bu güvercinlerin tüylerini yoluyordu. bana da yapmamı söyledi ama şaşkınlığım bir türlü geçmiyordu. korkmuyordum, sadece şaşkındım. çünkü ilk defa böyle bir şey görüyorum. hem “bunlar ne yapmaya çalışıyorlar” diyordum kendi kendime.

sonra ben de yardım etmeye başladım. heyecanım biraz geçmişti. ağzımdan ilk çıkan cümle hasan’a bakmadan “oluyor mu hasan” idi. hasan “oluyor. çabuk ama…” dedi. sonra eyüp de gelip bize yardım etti ve bütün güvercinlerin tüylerini yolduk. hepsi bittikten sonra eyüp cebinden paslanmış bir bıçak ve bir poşet çıkardı. bıçakla güvercinlerin karnını yarıp içinden bir şeyler çıkarıp bir tarafa fırlattı ve güvercinleri poşetin içine koydu. okuldan hızlıca çıkıp hemen okulun yanında bulunan yolu geçtik ve dağa çıktık. köy görünmüyordu artık. köy uzak olduğu için değil, dağın arkasına geçtiğimiz için evler görüş alanımızın dışında kalmıştı.

dağa çıktığımızda hasan ve eyüp biraz çalı çırpı topladı. o zaman anladım ki güvercinleri çöp şişlerde kızartıp yiyeceğiz. o zamana kadar hiç güvercin eti yememiştim.

çalı çırpı toplandıktan sonra kaya parçalarından küçük bir taş ocak yapıldı. geriye bir tek ateşi yakıp çöp şişlere saplanacak olan güvercin etlerini kızartmak kalıyordu. hava o kadar soğuk, o kadar rüzgârlıydı ki ateşi yakmakta muvaffak olamadık, daha doğrusu olamadılar. ben küçük olduğum için işin ateş kısmına karışmıyordum. soğukta titreye titreye ne yapacağımızı düşündük. en sonunda hasan dedi ki “bize gidelim. ocağa girer ateşi orada yakarız. annem bir şey demez herhalde.”. heyecanlıydım, mutluydum, çünkü ilk defa güvercin eti yiyecektim.

hasan’lara doğru yola koyulduk. yürüdükçe ayakkabımın altına yapışan çamur miktarı artıyor, bu çamuru temizlemek için bazen durup büyük taşlara ayağımı sürtüyordum ama kısa zamanda o çamurlar tekrar birikiyordu. hasan’ın evine yaklaştığımız zaman evin önünde büyük bir kalabalık vardı. bu soğukta normal değildi tabii. bu kadar insanın toplanması için gerçekten çok önemli bir şeyin olması gerekiyordu, çünkü yağmur inceden üstümüze damla damla serpiştiriyordu. gidip baktık. hasan’ın babası kırmızı renk bir traktör almış. lastiklerindeki çamuru görmezden gelirsek ışıl ışıl bir traktördü. hafiften çiseleyen yağmur taneleri traktörün üstüne düştükçe sanki bu ışıltıyı bir kat daha artırıyordu. köydeki ilk sıfır traktör bildiğim kadarıyla oydu. herkes traktörün etrafına büyük bir çember oluşturmuş, traktörün lastiklerinden koltuğuna, direksiyonundan vitesine kadar her yerini inceliyorlardı. bilirsiniz, traktör, tarlası olanlar için köyde olmazsa olmaz bir unsur. hele tarlaları dağlık alanlarda olmayanlar için… amcam ve babaannem de oradaydılar. köye gelen bu sıfır model traktörü inceliyorlardı diğer köylüler gibi. ben bu yüzden traktörün biraz daha uzağında kalmayı tercih ettim, çünkü beni görürlerse kızarlar. traktörün özelliklerini şaşkın köylülere anlatan ve bir taraftan elindeki çubukla lastikteki çamurları temizleyen babası hasan’ı görmedi bile. o, en heyecanlı olanlardandı ve bırak hasan’ı, eksilerde olan soğuğu bile sanırım hissetmiyordu. ne amcam ne babaannem ne köylüler ne de o traktör umurumda değildi; aklım güvercinlerdeydi.

hasan, ben ve eyüp evin ocağına girdik. hasan hemen sap ve çalıları getirdi, tam ateşi yakacakken annesi içeriye girdi. “ne yapıyorsunuz siz burada?” hasan anlattı. annesi “tamam ama gelin mutfakta daha iyi temizleyip terbiyeleyelim” dedi. sevindim. ilk defa güvercin eti yiyecektim.

ocaktan çıkarken hasan bana “sen gelme lan” dedi. çok şaşırdım. “neden?” dedim. “annem de var zaten. bu bize ancak yeter. hadi sen evine git.” dedi. o soğukta başımdan aşağı kaynar sular iniyordu sanki. “ama ben de size yardım ettim, ben de tüylerini yoldum, ben de dağda çalı çırpı topladım” dedim. annesi bana dönüp “yürü git lan evine” dedi. eyüp bir şey demedi. aslında o gitmemi istemiyordu biliyorum. hasan ve annesi beni kovarken o da şaşırmıştı.

hava kararıyordu ve ben ağlaya ağlaya çamurlu yollardan eve doğru gittim. soğuk olduğu için kimsenin girmediği, eskiden daha çok köyün ileri gelenlerinin kullandığı bize ait bir oda vardı. o odaya gidip yarım saatten fazla bir süre de orada ağladım. olayı düşünmemeyi, üzülmemeyi düşünemiyordum bile, çünkü küçücüktüm. boğazıma bir şey düğümlenmişti sanki ve ben ne kadar ağlasam onu çıkaramıyordum bedenim önemli değil; duygularım, nefsim, zihnim henüz dünyanın kötülüklerine çok yabancıydı ve benim için o zamana kadar yaşanmış en kötü olay buydu. oysa ben ilk defa güvercin eti yiyecektim.

dayanamadım. o zamana kadar güvercin eti nasıl yenir, bir usulü adabı var mıdır, onu da bilmiyordum. çocuk aklı işte… tekrar o çamurlu yollardan hasan’lara gittim. ama yanlarına yaklaşamazdım tabii. evlerinin bir duvarındaki birkaç pencerenin en sağdakinden içeriye bakmak için duvarın kenarına büyük bir taşı sürükledim ve üstüne çıkıp buğulu camdan içeriyi gözetlemeye çalıştım. zaman geçtikçe –belki de hava iyice karardığından- içeriyi daha net görüyordum. onlar güvercin etini yerken ben ağlaya ağlaya onları izledim, boğazımdaki o düğümü atmaya çalıştım ama ne kadar ağlasam söküp atamadım. o zamanki aklımla, düğümün boğazımda değil, yüreğimde olduğunu bilmiyordum. güvercinleri benim gözlerimin önünde yiyip bitirene kadar pencerenin kenarında onları seyredip ağladım. sonra o çamurlu yoldan eve gitmedim. köyün arka taraflarına, ağaçlık bir alana gidip karanlıkta bulabildiğim en yüksek ağaca çıktım ve biraz da orada ağladım. o katı yürekli insanlardan, köyden, ışıltılı traktörden ne kadar uzaklaşsam, ne kadar yüksekte olsam da yüreğimin acısını dindiremiyordum. düşündükçe sinirleniyordum, sol yanım acıyordu.

eve gittiğimde annemden birkaç tokat yedim, çünkü geç kalmıştım. hızlı vurmadı. annem beni sever. belki de o kadını gördükten sonra annem bana melek gibi görünmeye başlamıştı, bilmiyorum. gerçi ne kadar hızlı vurursa vursun, bugünkü olay kadar içimi acıtmazdı. hiç ağlamadım. hiç canım yanmadı. o zaman anladım ki; aslında insanın ufak tefek acılara direnebilmesi için büyük acılar yaşaması gerekiyormuş. o zaman ben nereden bilirdim acıyı? o yaşıma kadar beni en çok inciten şey oydu. ben bilemezdim ki o olayın sadece çocuk olduğum için bana acı verdiğini. ben bilemezdim aslında o olayın hiçbir şey olduğunu. çünkü çocuktum ve aklım yok denecek kadar azdı. çünkü çocuktum ve hiçbir şey bilmiyordum. ben, beş yaşına gireli henüz bir-iki ay olmuş bir çocuktum çünkü.

o akşam nedendir bilmiyorum, erken yatmak istedim, yatağa gittim ama uyuyamadım. çok düşündüm olanları, yüreğim tekrar tekrar yandı, yandı, sanki kül oldu.

sabahleyin annemle amcamın seslerine uyandım. yanı başımda konuşuyorlardı. bütün köy geceleyin uyanmış. amcam gözlerini açmış, anneme bir şeyler anlatıyor. annem “nasıl yanmış, niye yanmış diye amcama sorular soruyordu. “anne n’olmuş” dedim, annem beni duymadı bile. sonra annem amcama bir şeyler söyledi gitti. ben de amcama sordum ne oldu diye. hasan’ın babasının aldığı traktörün geceleyin yandığını söyledi. hemen dışarıya fırladım. o tarafa doğru giden annemin peşinden koştum ve annemle birlikte hasan’lara gittim. hasan’ın babası, ağabeyi ve annesi köyün ileri gelenleriyle birlikte traktörün başında bir şeyler konuşuyorlar, hasan da ağlıyordu. adamların arasından geçip traktöre baktım, traktör yanmış, simsiyah olmuş. kömür rengindeki traktörün yanından uzaklaşıp hasan’ın yanına gittim. hasan bana uzun uzun bakarak ağlamaya devam etti. eyüp de hasan’ın yanındaydı ama o sadece traktöre bakıyordu.

itiraf ediyorum; o traktörü ben yaktım!

bir gün önce yanıp yanıp kül olan yüreğim için yapabilecek başka bir şey bulamadım. geceleyin herkes uyuduktan sonra mutfaktaki el fenerini alıp köpeğimiz lassie’ye görünmeden buğday ambarına girdim. buğday ambarının bir köşesinde hurda yığını, alet edevat, birkaç bidon benzin mi mazot mu olduğunu bilmediğim ama kokusundan yakıt olduğunu anladığım sıvı vardı. çocukça aklımla bir filmde gördüğüm bir şeyi yapacaktım. bidonlardan birini alıp hasan’lara doğru yürümeye başladım. bidon çok ağırdı, o soğukta kan ter içinde kaldım ama nihayetinde traktöre kadar gitmeyi başardım. en büyük korkum, hasan’ların köpeğine yakalanmaktı. yakalanmadım, çünkü kendim için o gece koyduğum tek kural sessiz olmaktı. karıncadan daha sessiz bir şekilde traktörün üstüne çıkıp yavaş yavaş bidonu traktörün her yerine boşaltmaya başladım. sonra filmde gördüğüm gibi biraz da traktörün lastiğinden itibaren düz bir çizgi oluşturacak şekilde evin duvarının köşesine kadar döktüm. duvarın köşesine çekilip amcamın cebinden aldığım zippo marka çakmağı –hala saklarım o çakmağı- çıkarıp yaktım. sanırım o gece çıkardığım en büyük ses, çakmağın sesiydi. çakmağı yere atmak istemedim. çakmak yardımıyla bir kâğıdı zorla tutuşturup allah’ım beni affet diyerek yakıtın üstüne attım ve yerdeki bidonu kaptığım gibi hayatımda hiç koşmadığım hızda koşup ambara gittim. bidonu ambara bıraktıktan sonra şimşek hızıyla yatağıma gittim. içim rahatlamıştı. mutluydum. uyudum. eğer bunu yapmasaydım uyuyamazdım.

pişman mıyım? hem de çok. ama bilemezdim. beş yaşıma bile yeni girmiştim. nereden bilebilirdim ki bunun kötü bir şey olduğunu? biri beni yakalayıp neden yaptığımı sorsa, duygularımı bile ifade edemezdim. “biz her şeyi beraber yaptık ama onlar da böyle böyle yaptılar bana” diyemezdim. “ben de o soğukta onlarla beraber güvercinleri yoldum.” diyemezdim. “çünkü ben ilk defa güvercin eti yiyecektim.” diyemezdim. oysa ben ilk defa güvercin eti yiyecektim.

hasan’ın ailesi için hâlâ üzülüyorum. her zaman aklıma geliyor, babası veysel amca için kahroluyorum. veysel amcanın maddi durumu şimdi çok kötü. her zaman, onların şimdiki maddi durumunun kötü olmasına ben sebep oldum diye düşünüyorum, canım sıkılıyor. hiçbir şey geçmişi geri getirmeyecek. çok zengin de değilim ki gidip o adamcağıza yardım edeyim. allah kahretsin! onların kaderi de böyleymiş diye hep kendimi avutup acımı dindirmeye çalışıyorum ama öyle olmadığını biliyorum. bir ailenin kaderini değiştirdiğim için kendime, bu dünyanın adaletine ve hasan’a lanet ediyorum. sonra, ‘hasan da benim gibi çocuktu’ diyorum. ‘bilemezdi o da yaptığı yanlışı’ diyorum ama kendimi hiçbir zaman tam olarak avutamıyorum. en sonunda beni o evden kovan annesine küfrediyorum, çünkü biz cahildik, çocuktuk ama o büyüktü; cahil olmasaydı, biraz duygu olsaydı adaletli olabilirdi. sonuçta hasan’ı yetiştiren de oydu. hasan’a “oğlum ayıp bu yaptığın. onun da hakkı bu güvercinlerden yemek.” diyebilirdi. ama bir insanda duygu yoksa ne adaletli olabilirmiş ne de empati kurabilirmiş.

hâlbuki ilk defa güvercin eti yiyecektim.

herkes sevdiği halde sevilmeyen şeyler

olmayan şeylerdir. 'herkes' ibaresi dikkate alındığında gerçekten olmadığı anlaşılacak şeylerdir.

'herkes' seviyorsa zaten sevmeyen yoktur.

edit: pazarlama araştırması dersinde -çikolata sektörü ile uğraşan ve okulu bırakmama neden olan- bir hocamız sormuştu "çikolata sevmeyen var mı?" diye. bir buçuk yıl boyunca uyuz olduğum, okulu bıraktığım halde kendisine uyuz olmayı bırakamadığım bir kişi el kaldırmıştı. ben okulu bırakmadan iki hafta önce bu çocuğu kütüphanede sıcak çikolata içerken görmüştüm. yani çikolata bu şeylere sanırım en iyi örnek.

tek silahı kalem olan insanlar

karl marx örnek olarak verilebilir. o kadar çok kişiyi öldürmüştür ki o silahla... kendisi o kişileri görememiş, hatta o silahın o kadar etkili olabileceğini tahmin bile edememiştir.

iyi olmak

kolay görünebilir ama zordur. hatta o kadar zordur ki uzun süre bu kararın verilmesi gerektiği bile anlaşılamayabilir.

kötü olma durumunda birilerine akıl danışabilirsiniz. “niye, ben geri zekalı mıyım?” demeyin, zira hiç alakası yok. böyle dediğiniz zaman “psikologların ve psikiyatri uzmanlarının gerekli olmadığını” iddia etmiş olursunuz ki; bunu iddia ettiğiniz zaman geri zekalı olmadığınızı söyleyecek bir tane dahi ruh doktoru bulamazsınız.

belki de kötü olan, o zaman zarfı içindeki ruh haliniz değil, sizin kişiliğinizdir ve bunu fark edemeyebilirsiniz. zaten hiç kimse de “ben kötü bir kişiliğe sahibim” demez. zaten bütün mesele de burada. –mesele iyi olmamak değil, mesele iyi olmadığını kabul etmektir-

cem yılmazın yaşadığı bir ülkede komedyen olmak

mümkündür, fakat bu, komedyen olan kişinin o ülkede en iyisi olmadığının da bir göstergesidir.

feminizm

türkiye'de abartıldığını düşündüğüm akım. umarım bir gün herkes hak ettiği gibi yaşar.

gaziantep

Dünyanın en hızlı büyüyen 8. şehridir.

tbmm bir atatürk'e bir de gaziantep'e gazi ünvanı vermiştir. atatürk gaziantep'in bey mahallesi'ne kayıtlıtır nüfusta. bu anlamda atatürk gaziantepli diyebilir miyiz, bilemiyorum.

atatürk diyor ki: “türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük türk köyü gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler. en eski çağlardan beri tarihi türk yurtlarında, türklüğün yüksek varlığını kahramanlıkla tespit etmiş olanlarla şahsen beraber olduğumu beyan etmekten duyduğum zevk ve saadet yücedir.”

ayrıca;

ata diyor ki; “bu tek türk şehri hiç bir yerden yardım görmeden kendi kahramanlığı ile kendini kurtardı ve “gazi” unvanına layık olduğunu ispat etti. gazianteplileri o gün olduğu gibi bugün de derin saygıyla takdir ederim.
türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük türk köyü gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler.
en eski çağlardan beri tarihi türk yurtlarında, türklüğün yüksek varlığını kahramanlıkla tespit etmiş olanlarla şahsen beraber olduğumu beyan etmekten duyduğum zevk ve saadet yücedir.”

hip hop

'rap'le karıştırılır. hem hip hop hem rap amerikada ortaya çıkmıştır, fakat hip hop 1970'li yılların sonunda, rap 1970'li yılların başında vuku bulmuştur.

bulgaristan

avrupa'nın 16. büyük ülkesidir. nüfusun yüzde 8.8'i türklerden oluşur.